28 Ocak 2010 Perşembe

Zülfü Livaneli: “Başarılı olmak”

Zülfü Livaneli

zlivaneli@gazetevatan.com

Hayata dair - 16
Son yıllarda gittikçe güçlenen bir duyguyla “başarılı olmak” denilen soyut virüsü reddediyorum. Daha çok ün, daha çok para, başka insanlar üzerinde daha çok otorite, daha çok şu, daha çok bu... Peki bütün bunlar neye yarıyor?

İnsanın derinliği mi artıyor, duyguları ve dünyayla uyumu mu gelişiyor?

Hiçbiri olmuyor bunların!

Soyut bir şan-şeref-para-iktidar dünyasının pırıltısı yüzünden hastalanıyor insanlar. Dilleri dişleri kilitleniyor. Birbirlerinden nefret ediyorlar. Kıskançlık krizleri geçiriyorlar. Gençlikten sonra ve yaşlılıktan önceki kısacık süreyi bir cehennem içinde geçiriyorlar.

Oysa hiçbir “başarı”, küçük bir kız çocuğunun gülüşündeki mutluluğu yaratamaz. Hiçbir “ün”, baharın ilk günlerinde omuzunuzu ısıtan güneş kadar değerli değildir.

Bir insanı sevmenin derinliği, hiçbir iktidarla kıyaslanamaz. Mutluluk, insanın kendi yaşamında... Küçük görülen, horlanan insani ilişkilerinde ve doğayla uyumunda.

“Başarı” isteyen, “iktidar” için çırpınan, “şöhret” için aklını oynatan insanlar... Buyurun devam edin. Aynı trende yolculuk etmiyoruz.

Meksika’daki Issık-Göl Forumu toplantısında bir konu önermiştim: “Individualism and Solidarity”. Yani Bireycilik ve Dayanışma. Çünkü modern toplum ilişkilerinin en önemli çelişkisinin ve çözmek zorunda olduğu sorunun bu olduğunu düşünüyordum. Sosyalist toplumun dayanışmayı ön plana alan örgütlenmesinin karşısında, kapitalist toplumun bireyci aşırılığı vardı.

Artık dünyamızda sadece dayanışma türküsü okunmuyor. Bireyin önemi ortada.

Gelişmiş Batı toplumları da yalnızca rekabete dayanan sistemlerini sorguluyor, gözden geçiriyorlar.

Belki de çözüm, bireyselliğe saygı gösteren bir dayanışma toplumunda.

***



Bu dünyada sanat diye bir kavram olmasaydı ne yapardım ve hayata nasıl dayanırdım bilmiyorum. Öylesine karmaşık, hırs dolu ve öfkeli bir dünyada yaşıyoruz ki insan ilişkileri her geçen gün daha acı verici hale geliyor.

Bir yıldızın ışığı vuruyor bize, uzak bir yıldızın. Yıldızı gördüğümüzü sanıyoruz, oysa milyonlarca yıl önce oradan göçüp gitmiş olan yıldızın ışığı bize yeni ulaşıyor. Şimdi orada yıldız falan yok artık.

Kavranamayacak kadar büyük bir zaman ve mekânın içinde, böylesine küçük ve kayda değmez yaratıkların, bir kelebek ömrü kadar kısa yaşamlarını hırgürle, hırstan dili dişi kilitlenerek geçirmesi akıl alır gibi değil.

İşte sanat bu bilincin sezgilerini yansıtıyor insana. Gündelik hırslar küçülüyor, başarı denilen virüs ilgilendirmez oluyor sizi. Zamanın ve mekânın büyüklüğünü duymaya çalışıyorsunuz.

Ve sonunda zaten trajik bir yazgıya çarpılmış ve ölümlü olduğunu bilerek dünyaya gelmiş olan insanoğluna yardımcı olmak, onun uğradığı haksızlıklara karşı çıkmak ve acılarını hafifletmeye çalışmaktan başka bir amacı kalmıyor sanatın.

***



Uzayda buluşan kozmonotlar, o uçsuz bucaksız karanlıkta yüzer gibi dolaşıyorlar. Yerçekiminden kurtulmuş hareketleri salıntılı, ağır ve nazenin.

Çok uzakta mavi bir portakala benzeyen küre kendi başına dönüp duruyor. Yıldızlar arasında bir yıldız... Adına Dünya diyorlar.

Uzayda ısı eksi 92 santigrat derece.

İyi hazırlanmış kozmonot giysileri bile bu korkunç soğuktan koruyamıyor onları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder